18 Mart 2010 Perşembe

Siyonist İddiayı Yalanlayan Yahudiler


Sömürgeci, Sosyal Darwinist ve ırkçı bir ideoloji olan Siyonizmin bir diğer özelliği, gerçek dışı propaganda temalarına dayanmasıdır. Bu temaların belki de en önemlisi, 'topraksız bir halk için halksız bir toprak' sloganıdır. Bunun anlamı, 'topraksız bir halk' olarak tanımlanan Yahudilere, 'halksız bir toprak' olarak tanımlanan Filistin'in verilmesi gerektiğidir. Bu slogan, Dünya Siyonist Örgütü tarafından 20. yüzyılın ilk yirmi yılında ısrarla kullanılmıştır. Amaç, başta İngiltere olmak üzere Batılı devletleri ve bu devletlerin kamuoyunu, Filistin'in Siyonizme sunulmasına ikna etmektir. Nitekim bu ikna kampanyası sonucunda İngiltere 1917 yılında ünlü Balfour Deklarasyonu'yla "Majestelerinin Hükümeti'nin Filistin'de bir Yahudi vatanı kurulması fikrinden yana olduğunu" ilan etmiştir.

Oysa 'topraksız bir halk için halksız bir toprak' sloganı gerçek dışıdır: Siyonizm doğduğu dönemde ne Yahudiler "topraksız"dır, ne de Filistin 'halksız'...

Yahudiler topraksız değillerdi, çünkü büyük bölümü dünyanın farklı ülkelerinde güvenlikli ve huzurlu bir yaşam sürüyordu. Özellikle sanayileşmiş Batı ülkelerindeki Yahudi cemaatlerinin hayatlarından hiçbir şikayetleri yoktu. Çoğunun, yaşadıkları ülkeyi terk edip Filistin topraklarına göç etmek akıllarına bile gelmiyordu. Niketim bu gerçek Siyonistlerin "Filistin'e göç" çağrılarının büyük ölçüde cevapsız kalmasıyla ortaya çıkacaktı. İlerleyen yıllarda söz konusu anti-Siyonist Yahudiler, kurdukları çeşitli dernekler yoluyla Siyonizme karşı aktif bir direniş başlatacaklardı.

Çeşitli siyasi manevra ve girişimlerle Filistin topraklarının önce İngiltere'nin denetimine bırakılmasını ve bölgeye Yahudi göçünü serbestleştirmeyi sağlayan, daha sonra Balfour Deklarasyonu ile mücadelelerine resmi destek alan Siyonistler, Yahudilerin göçe isteksiz olmaları karşısında oldukça zor durumda kalmışlardır. Chaim Weizmann'ın şu sözleri Siyonistlerin içinde bulundukları durumu ifade etmesi açısından oldukça çarpıcıdır:

Balfour Deklarasyonu şimdi yürürlükte... Son on yıldır her gün her saat gazeteleri açtığımda hep aynı şeyi düşünüyorum; "Bir dahaki rüzgar nereden esecekı" Her an İngiliz Hükümeti'nin bana gelip, 'Söyle bize Siyonist Organizasyon nedirı Nerede sizin Siyonistlerini?ı' demelerinden endişe ediyorum. Yahudilerin bize karşı olduğunu biliyorlardı. Bizler küçük bir adanın üzerinde tek başına ayakta kalmaya çalışan bir avuç Yahudiyiz.


Dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Sir Arthur Balfour'un, Lord Rothscild'e hitaben gönderdiği mektup tarihe 'Balfour Deklarasyonu' olarak geçmiştir, Yanda mektubun orijinali, üstte de Sir Balfour görülmektedir.

Bu durum Siyonistlerin kendi ırkdaşlarını, gerektiğinde onlara karşı zor da kullanarak, Filistin'e getirebilmek için özel çalışmalar yapmalarına neden oldu. Yahudileri yaşadıkları ülkelerde rahatsız etmek, antisemitlerle işbirliği yaparak çeşitli hükümetlerin kendi ülkelerinde yaşayan Yahudileri göçe mecbur etmelerini sağlamak gibi taktiklere başvurdular. (Detaylı bilgi için Bkz, Harun Yahya,Soykırım Vahşeti, Global Yayıncılık, 2002) Böylece Siyonizm, bizzat kendi halkını rahatsız eden, kendi halkına korku ve terör getiren bir hareket olarak gelişti.

Ancak kuşkusuz Siyonistler, asıl büyük zulmü, Filistin'e "topraksız halk" derken, yok saydıkları Filistinli Müslümanlara yaptılar. Siyonizm, Filistin'e girdiği günden itibaren Filistinli Müslümanları gerçekten 'yok' edebilmek için çalıştı. Ülkeye Siyonist idealler doğrultusunda veya antisemitizm korkusuyla göç eden Yahudilere 'yer açmak' için, Müslümanlar sürekli olarak sıkıştırıldı, sürüldü, topraklarına ve evlerine el kondu. İsrail'in kurulmasıyla birlikte hızlanan bu işgal ve sürgün hareketi, yüz binlerce Müslümanın hayatına mal oldu. Ve halen yaklaşık 3,5 milyon Filistinli Müslüman, mülteci olarak son derece zor koşullar altında, hayatta kalma mücadelesi vermektedir.

1920'li yıllardan itibaren, Siyonistlerin organize ettiği Yahudi göçü, Filistin'deki nüfus oranını aşama aşama değişikliğe uğratmış ve o dönemden beri dinmek bilmeyen çatışmaların da en önemli nedeni olmuştur. Yahudilerin nüfusundaki artışı gösteren istatistikler bu gerçeği gözler önüne sermektedir. Bu rakamlar, söz konusu topraklar üzerinde yasal hiçbir hakkı bulunmayan, bölgeye dışarıdan giren sömürgeci bir gücün, asırlardır bu topraklarda yaşayanların haklarını nasıl gasp ettiğinin önemli bir göstergesidir.

1920-1929 tarihleri arasında Filistin'e göç eden Yahudi sayısı 100 bine ulaşmıştı. O dönem toplam Filistin nüfusunun 750 bin civarında olduğu göz önünde bulundurulursa, 100 bin pek de az bir rakam sayılmazdı. Göç tam anlamıyla Siyonist organizasyonların kontrolü altında gerçekleşiyordu. Filistin topraklarına adım atan Yahudiler, Siyonist gruplar tarafından karşılanıyor, nerede kalacakları ve nasıl bir işte çalışacakları da yine onlar tarafından belirleniyordu. Filistin'e göç Siyonist yöneticiler tarafından türlü yardımlarla teşvik ediliyordu. Hem Filistin toprakları dahilinde, hem de Avrupa ve Rusya'da yapılan yoğun çalışmalar neticesinde, Filistin'deki Yahudi nüfusu ve yerleşim alanları hızlı bir ilerleme kaydetti. Özellikle Nazilerin Almanya'da iktidara gelmesiyle birlikte bu ülkedeki Yahudiler giderek artan bir baskı altına alındılar ve bu da Filistin topraklarına olan Yahudi göçüne bir anda büyük bir ivme kazandırdı. Tarihin gizli kalan bir gerçeği, Nazilerin bu Yahudi aleyhtarı baskısının Siyonistler tarafından desteklenmiş olmasıydı. (bkz. Harun Yahya, Soykırım Vahşeti, Global Yayıncılık)

1920'lerde 100 binde kalan göçmen sayısı, resmi kayıtlara göre 1930'larda 232 bine ulaştı. 1939'a gelindiğinde toplam 1,5 milyon olan Filistin nüfusunun 445 bini Yahudi idi. Bundan yirmi yıl önce %10'dan daha az olan nüfus oranı, 1939'da %30'a ulaşmıştı. Nüfusla birlikte Yahudi yerleşim alanları da büyük bir hızla genişledi. 1939'da Yahudilerin sahip oldukları toprak miktarı 1920'li yıllarla kıyaslandığında iki katına çıkmıştı.

YIL
GÖÇ EDEN YAHUDİ SAYISI
1920 (Eylül-Ekim)
5.514
1921
9.149
1922
7.844
1923
7.421
1924
12.856
1925
33.801
1926
13.081
1927
2.713
1928
2.178
1929
5.249
Balfour Deklarasyonu'nun resmen açıklanması ile birlikte Filistin topraklarına yoğun bir Yahudi göçü başlamıştır. Yandaki tablo 1920-1929 tarihleri arasında Filistin'e göç eden Yahudilerin sayısını göstermektedir. Bu süre içinde yaklaşık 100 bin Yahudi Filistin'e giriş yapmıştır.
British Government, The Political History of Palestine under the British Administration, Palestine Royal Commision Report, Cmd. 5479, 1937, sf. 279

Siyonist liderler tarafından organize edilen illegal göçler, tüm engellere rağmen Filistin topraklarına ulaşmayı başarıyordu.

1947 yılına gelindiğinde ise Filistin'de 630 bin Yahudi, 1 milyon 300 bin Filistinli vardı. BM tarafından Filistin'in taksim edildiği 29 Kasım 1947'den İsrail Devleti'nin kurulduğu 15 Mayıs 1948'e kadar Siyonist terör örgütleri, Filistin topraklarının dörtte üçünü ele geçirdi. Bu esnada Filistin köylerine yapılan baskınlar ve katliamlar sonucunda 500 kadar kent, kasaba ve köyde yaşayan 950 bin Filistinli'nin sayısı 138 bine düştü. Bunların bir bölümü öldürülmüş, bir bölümü de sürgün edilmişti.


YIL
GÖÇ EDEN YAHUDİ SAYISI
1930
4.944
1931
4.075
1932
9.553
1933
30.327
1934
42.359
1935
61.854
1936
29.727
1937
10.536
1938
12.868
1939
16.405
Filistin topraklarına Yahudi göçü, İngiliz Mandası dönemi boyunca tüm hızıyla devam etti. Siyonist örgütlerin yürüttüğü yoğun çabalar neticesinde 1930-1939 yılları arasında 232 bin Yahudi daha Filistin topraklarına yerleştirildi.
British Government, The Political History of Palestine under the British Administration, Palestine Royal Commision Report, Cmd. 5479, 1937, sf. 279

Ünlü İsrailli revizyonistlerden Ilan Pappe, 1948'lerde İsrail'in izlediği işgal politikasını anlatırken, Arapları Filistin'den sürmek için yazılı olmayan gizli bir Siyonist planın varlığından söz eder. Buna göre kendi istekleri ile topraklarını Siyonistlere bırakmayan veya onlara teslim olduklarını gösteren beyaz bayrağı çekmeyen kasabalar, Siyonist askeri birlikleri tarafından işgal edilecek, yıkılacak ve yerli halk yurtlarından sürülüp çıkarılacaktır. Bu karar uygulanmaya başlandıktan sonra sadece 4 kasaba beyaz bayrak çekmeye fırsat bulmuştur, diğer tüm kasaba ve köyler silah zoru ile boşaltılmıştır.

Bu şekilde 1948-49 yılları arasında yaklaşık 400 Filistin köyü haritadan silindi. Filistinlilerin geride bıraktıkları mallarına ise "Ülke Dışında Yaşayan Mal Sahiplerinin Mülkleri Yasası" ile Yahudiler tarafından el konuldu. 1947'den önce Filistin topraklarının %6'sına sahip olan Yahudiler, İsrail Devleti resmen kurulduğunda tüm toprakların yaklaşık %90'ını ele geçirmişlerdi.


Sağdaki resimde 1930 yılında Filistin'e göç eden Yahudiler görülmektedir. Üstteki resim ise 1947'de gelen Yahudileri göstermektedir. Filistin halkı henüz bu göçlerin gelecekte nelere sebep olacağını tam olarak anlayamadan, bölgedeki nüfus oranı Yahudiler lehine değişmişti bile.


The immigration program organized by Zionist leaders was put into action with surprising speed, starting in the early 1900s. Jews immigrating from North Africa, the USSR, and various Middle Eastern countries shifted the population ratio in Palestine in favor of the Jews.

Gelen her Yahudi kafilesi, Müslüman Filistin halkı için yeni bir zulüm, baskı ve şiddet anlamı taşıyordu. Çünkü Siyonist örgütler yeni gelenleri yerleştirmek için Filistin halkını asırlardır yaşadıkları topraklarından baskı ve zor kullanarak sürüp çıkartıyorlar ve onları çölde yaşamaya mahkum ediyorlardı. Göçmen Dairesi Başkanı Joseph Weitz, 1940'da yaptığı bir konuşmada Siyonistlerin Filistin halkına bakış açısını şöyle dile getirmişti:

Şu anda bu topraklar üzerinde iki ayrı halka yer yoktur. Araplar varken bu ülkede bağımsız bir halk olarak var olmamız mümkün değildir. Tek çözüm Büyük İsrail'dir, en azından batı bölgesinde hiç Arap bulunmayan bir Büyük İsrail. Ve bunun için Arapları komşu ülkelere sürmek dışında başka hiçbir seçenek yoktur. Hepsini sürmeliyiz, Arapların olduğu tek bir kasaba, tek bir köy bile kalmamalı, hepsini Irak'a, Suriye'ye ve Transjordan'a (bugünkü Ürdün) sürmeliyiz.



I. Dünya Savaşı'nın ardından Filistin topraklarının İngiltere'nin denetimine geçmesiyle bölgeye yoğun bir Yahudi göçü oldu. Bu göç bölgede tansiyonun gittikçe yükselmesine neden oldu. Bu dönemde Filistin topraklarının Yahudiler ve Araplar arasında nasıl paylaştırılacağı konusunu çözmek amacıyla çeşitli komisyonlar kuruldu. İngiltere'nin Hindistan'dan sorumlu eski Dışişleri Bakanı Lord Earl Peel'in başkanlığını yaptığı 'Peel Komisyonu' ve Amerikan-İngiliz ortaklığından oluşan 'Morrison-Grady Komisyonu' bunlar arasında en tanınanlarıydı. Peel Komisyonu, İngiliz mandasının kalkmasını ve bölgenin iki halk arasında bölünmesini öngörüyordu. Sadece Hayfa ve Kudüs İngiltere'nin denetimine bırakılacak ve uluslararası denetime açık olacaktı. Morrison-Grady Planı ise, Filistin topraklarını dört ayrı kantona bölmeyi öneriyordu. Bu planları yapanların göz ardı ettikleri çok önemli bir gerçek vardı: Paylaştırmaya çalıştıkları topraklar asırlardır Müslümanların toprağıydı ve onlar istemedikçe ana vatanlarını kimsenin paylaştırmaya hakkı yoktu.

Dönemin Tel Aviv Belediye Başkan adayı General Shlomo Lahat'ın seçim kampanyasını yürüten Heilburn ise, "Filistinliler bu topraklarda köle olarak yaşamayı kabul edinceye kadar katliamı sürdürmeliyiz" diyordu.

İkinci Dünya Savaşı'nın başlamasıyla birlikte hızlanan Yahudi akınları, Filistin halkının daha da bilinçlenmesine ve bu haksız uygulamaya karşı direnişe başlamalarına neden oldu. Ancak yapılan her direniş hareketi, İngiliz kuvvetleri tarafından oldukça şiddetli bir şekilde bastırıldı. Filistin halkı bir yandan Siyonist terör örgütlerinin, diğer yandan İngiliz askerlerinin baskısı altında kalıyor, çift taraflı bir kuşatma altında tutuluyordu.

İngiliz mandası döneminde bağımsızlıkları için mücadele eden 1.500'den fazla Müslüman, İngiliz askerleri tarafından düzenlenen saldırılarda öldürüldü. Bu dönem boyunca pek çok Filistinli, Yahudi işgaline karşı geldikleri için yine İngiliz Mandası tarafından gözaltına alındı. İngiliz yönetiminin baskısı, Filistinli Müslümanlar açısından oldukça zorlu günler yaşanmasına sebep oluyordu. Ancak Siyonist örgütlerin estirdiği terör, İngilizlerin katılığı ile kıyaslanamayacak kadar acımasızdı. Özellikle İngiliz mandasının sona ermesiyle birlikte patlak veren Siyonist vahşet, köylerin basılıp yakılmasını, çocuk, kadın, yaşlı denilmeden masum halkın kurşuna dizilmesini, masum insanlara inanılmaz işkenceler uygulanmasını, kadınlara ve kız çocuklarına tecavüz edilmesini içeriyordu. 
Bu zulme ve baskıya dayanamayan yaklaşık 850 bin Filistinli Müslüman, 1948'de evlerini ve yurtlarını geride bırakarak Batı Şeria ile Gazze Şeridi bölgesine ve Lübnan ve Ürdün sınırına yerleşti. Bugün hala bu bölgelerdeki mülteci kamplarında yaşayan Filistinlilerin sayısı yaklaşık bir milyondur. Toplam 3.5 milyon Filistinli ise vatanlarından uzakta mülteci olarak yaşamlarını sürdürmektedir.


Hızla artan Yahudi göçünü protesto etmek için gösteri yapan Filistinlileri engellemek isteyen İngiliz polisi çok sert müdahalelerde bulunuyordu. 1933 yılında Yafa'da yaşanan bu çatışmanın ardından da çok sayıda Filistinli hayatını yitirdi (30 kişi), birçok kişi ağır yaralandı (200 kişi).
Günümüzde mülteci kamplarındaki Filistinliler, en temel ihtiyaçlarını karşılamakta dahi zorlanmakta, elektriği ve suyu İsrail izin verdiği müddetçe kullanabilmekte, geçimlerini sağlayabilmek için kilometrelerce yol gidip oldukça düşük maaşla çalışmaktadırlar. İşlerine gitmek veya yakın bir mülteci kampında yaşayan akrabalarını ziyaret etmek için yola çıkan Müslüman halk için 10-15 dakikadan uzun sürmeyecek yolculuklar tam bir kabusa dönüşmektedir. Çünkü sık aralıklarla kurulmuş olan kontrol noktalarında Filistinliler sürekli kimlik kontrolünden geçmekte ve her kontrolde sözlü ve fiili tacize uğramakta, hor görülüp, aşağılanmaktadırlar. Müslüman halk için pasaportları olmadan bir noktadan bir noktaya ulaşmak mümkün değildir. Üstelik İsrail askerleri zaman zaman 'güvenlik' gerekçesiyle yolları kapadığı için çoğu zaman işlerine, gitmek istedikleri yerlere ve hatta hasta olmalarına rağmen hastaneye bile gidememektedirler. Tüm bunların yanı sıra mülteci kamplarında yaşayan halk her gün bombalanma, öldürülme, yaralanma veya tutuklanma korkusu içinde hayatına devam etmektedir. Çünkü sadece yukarıda saydığımız koşular değil, kampların çevresindeki fanatik Yahudilerin bulunduğu yerleşim birimleri de Müslüman halk için ciddi bir tehdit unsurudur. Müslüman halk sık sık bu birimlerde yaşayan fanatik Yahudilerin silahlı saldırılarına veya tacizlerine maruz kalmaktadır.

Elbette bir insanın yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalması ve yurdundan sürülüp çıkarılması, beraberinde pek çok zorluğu da getirmektedir. Ancak bu Allah'ın bir sünnetidir. Tarih boyunca pek çok Müslüman topluluk inkarcılar tarafından türlü baskılara, işkencelere ve tehditlere maruz kalmış, yurtlarından sürülmüştür. Bir ülkede iktidarı ele geçiren zalim yöneticiler veya kavimler, sadece iman ettikleri veya farklı bir soydan geldikleri için masum halkları yurtlarından sürüp çıkarmışlardır. Müslümanların yaşadığı pek çok ülkede olduğu gibi, Filistin halkı üzerinde de Kuran ayetleri tecelli etmektedir. Ancak Allah her zaman sabreden ve yaşadığı zorluklara rağmen yılgınlığa kapılmayıp güzel ahlak gösterenlerin yardımcısıdır. Allah ayetinde şu şekilde buyurur:

... İşte, hicret edenlerin, yurtlarından sürülüp-çıkarılanların ve yolumda işkence görenlerin, çarpışıp öldürülenlerin, mutlaka kötülüklerini örteceğim ve onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. (Bu) Allah Katından bir karşılık (sevap)tır. (O) Allah, karşılığın (sevabın) en güzeli O'nun Katındadır." (Al-i İmran Suresi, 195)


"Herkes bir eliyle çalışırken, diğer eliyle silah tutacak" sloganıyla eğitilen Yahudi göçmenler, kısa sürede Siyonist mücadeledeki yerlerini aldılar. Kimi "Kudüs Bizimdir" yazılı pankartlarla protesto gösterileri düzenlerken, kimileri de Filistin köylerini bombalıyordu...


Beyrut yakınlarındaki Bourj El-Barajneh Kampı üç yıl süren İsrail kuşatması sırasında tamamen yıkılmıştı. Resimde kampın 1988 yılındaki durumu görülmektedir.


Beyrut, Lübnan ve Ürdün'deki mülteci kamplarında yaşayan Filistinliler, on yıllardır çok büyük zorluklarla mücadele etmektedirler. Açlık, salgın hastalıklar, zorlu hava koşulları ve her an yeni bir İsrail saldırısı korkusu Filistin halkının hayatının bir parçası olmuştur. BM tarafından kurulan barakaların içi ise yaşanan sefaleti gözler önüne sermektedir.

Resimlerde görülen çocuklar, İsrail askerlerinin saldırılarından dolayı mağdur yüzlerce çocuktan yalnızca birkaçı...

Dolayısıyla er ya da geç tüm Filistin halkının huzur, güvenlik, barış ve kardeşlik içinde yaşayacağı günler gelecektir. Bu ise ancak Kuran ahlakının insanlar arasında yaygınlaşmasıyla mümkün olacaktır. Çünkü Kuran'da insanların hayır yapmak için birbiriyle yarıştığı, barışı savunduğu, affedici ve hoşgörülü olduğu, sevgiyi, saygıyı ve merhameti ön planda tuttuğu bir ahlak tarif edilmektedir. Kuran ahlakının yaşandığı bir ortamda şiddetin, kavganın, çatışmanın barınması mümkün değildir. Dahası, Kuran ahlakı hakkıyla yaşandığında, Müslümanların arasındaki dayanışma artacak ve zulme karşı hep birlikte fikri mücadele etme gücüne kavuşacaklardır. Bu nedenle Kuran ahlakının yaşanması, yalnızca Filistin'de değil, dünyanın dört bir köşesinde yaşanan zülümlerin de sona ermesinin yolunu açacaktır. Burada bizlere düşen sorumluluk ise bu ahlakın yaygınlaşması için göstereceğimiz çabadır.

Filistinli mültecilerin uzun yıllardır yaşadıkları acı ve sıkıntıları kitabın ilerleyen bölümlerinde daha yakından inceleyeceğiz. Ancak buna geçmeden önce Siyonizmin, Müslüman halkı yurtlarından sürmek için kullandığı terör yöntemlerine, yani 'Siyonist terör'e yer vereceğiz.

Öyleyse hayırlarda yarışınız. Her nerede olursanız, Allah sizleri bir araya getirecektir. Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir...
(Bakara Suresi, 148)