18 Mart 2010 Perşembe

YÜZEYSEL UZLAŞMA GİRİŞİMLERİ MITCHELL RAPORU



Aksa İntifadası ile birlikte Ortadoğu'da gerilimin doruğa tırmanması, uluslararası çevrelerin yeni çözüm arayışlarına girmelerine neden oldu. Son zamanlarda bu çalışmalardan en çok ilgi toplayanı ise, eski ABD'li eski Senatör George Mitchell başkanlığında bir heyetin, sorunu yerinde inceleyip çözüm önerilerini sundukları "Mitchell Raporu"ydu. Raporun ana amacı İsrail-Filistin gerginliğinin temel nedenlerini belirleyebilmek ve gelecekte bu tip çatışmaların nasıl önlenebileceğine dair çözüm önerileri sunmaktı. Ne var ki, hazırlanışı 8 aydan uzun bir süre alan rapor beklenen neticeyi vermedi. Bugüne kadar Ortadoğu'da barış için atılan pek çok adım gibi Mitchell Raporu da, nihai barışı sağlama çabasından ziyade suni bir yatıştırma çabasından öteye gitmedi.


Mitchell Komisyonunun başkanı George Mitchell.
Mitchell Raporu'nda her iki tarafı da memnun etmeye yönelik ifadeler elbette vardı. Ancak Mitchell Raporu'nu yetersiz kılan en önemli unsur raporun gerçek sorunun üzerine gitmemesi ve bu konuda samimi önlemler, yaptırımlar içermemesiydi. Raporda bir yandan İsrail'in aşırı şiddete başvurduğu dile getirilirken bir yandan da Filistin lideri Yaser Arafat Oslo Barış Süreci'ni sabote etmekle suçlanıyor, ancak gerçek suçlu ve gerçek mazlumun kim olduğu dile getirilmiyordu. Kendilerinin bir yargılama makamı olmadığını belirten komisyon üyeleri, halen devam eden İsrail terörü ve katliamlarından ise hiç bahsetmiyorlardı. "Kimseyi yargılayamayacaklarını" dile getiren üyelerin, raporun tamamı incelendiğinde, asıl demek istediklerinin "İsrail aleyhinde hiçbir somut karara varılamayacağı" olduğu açıkça görülebilmekteydi. Ünlü Ortadoğu uzmanı Daniel Pipes ise raporun "sözde" tarafsız tutumunu şöyle aktarmaktaydı: "Mitchell Komisyonu'ndan II. Dünya Savaşı'nın başında bir rapor hazırlaması istenseydi, Hitler'in Polonya sınırını geçişinden üzüntü duyduklarını, ama bunun Varşova'nın provokatif eylemleri sonucunda gerçekleştiğini söyleyeceklerdi."1

Nitekim henüz rapor yayınlanmadan önce üst düzey bir İsrailli yetkilinin ünlü İsrail gazetesi Ha'aretz'de yer alan yorumu, raporun gerçekten adil bir barışı sağlayıp sağlayamayacağı konusunda önemli ipuçları vermekteydi. Bu yetkili komisyonun raporunda büyük ihtimalle Filistin'i barış görüşmelerini sabote etmekle, İsrail'i de aşırı şiddet uygulamak ve yeni yerleşim alanları açmaya devam etmekle suçlayacağını belirtiyordu. Ancak daha da önemli olan sözleri şöyleydi: "... Yeni yerleşim yerleri açılmaması ve aşırı şiddete başvurulması gibi genel eleştirilerle baş edebiliriz. Ancak raporun yapacağı herhangi bir işlevsel öneri bizi çok uğraştırabilir. Bölgeye uluslararası gözlemciler gönderilmesini talep etmek bu önerilerden biri olabilir." Bir başka İsrailli yetkili ise şu sözleri ile dikkat çekiyordu;
"Komisyonun sorumluluk sınırını aşmaması konusunda ısrarlıyız. Bu şu anlama geliyor, komisyon gerçekleri ortaya koymalı ve bunun ötesine gitmemeli. Sorunun uluslararası bir konu haline getirilmesine, uluslararası gözlemcilerin katılımı ile uluslararası bir mecrada tartışılır hale getirilmesine karşıyız".2

Rapor açıklandığında aynen İsrail tarafının istediği gibi hiçbir "işlevsel öneri" içermedi. Sadece genel eleştiriler yapan rapor tam da İsrail'in istediği nitelikteydi. Nitekim raporun açıklanmasının üzerinden geçen süreye rağmen İsrail tanklarının Filistin topraklarını vurmaya devam ediyor olması raporun bölgeye barışı getirmek konusunda ne kadar başarılı olduğunu göstermektedir.

Oysa kalıcı bir barışı sağlayabilmenin tek yolu tam anlamı ile tarafsız bir tutum sergilemek ve koşullar ne olursa olsun mazlum olanın hakkını korumakla mümkün olur. Filistin söz konusu olduğunda ise mazlum ve hakkı korunması gereken tarafın kim olduğu gayet açıktır. Herşeyden önce İsrail işgal ettiği topraklardan geri çekilmeli ve hakkını gasp ettiği Filistin halkına her türlü hakkı iade etmelidir. Bu gerçek İsrailli barış taraftarları tarafından da sık sık gündeme getirilmektedir:
"Şu sıralarda Filistin kurtuluş savaşının tam ortasında bulunuyoruz. Bu acımasız ve gereksiz savaş, İsrail'in 1967'de Filistin topraklarını zorla işgal etmesi, bu işgal ile 2 milyon insanın baskı altına alması ve bu işgali devam ettirmek istemesi nedeniyle çıktı. Bu savaşın sadece tek bir sonu olabilir: İsrail'in işgal ettiği topraklardan çekilmesi ve başkenti Doğu Kudüs olacak bağımsız Filistin Devleti'nin kurulması. İşgalin ve baskının sona ermesiyle, bu bölgede barış dönemi başlayabilir."3

Bu koşullar sağlanmadığı müddetçe yapılan barış görüşmeleri ve önerilen uzlaşma teklifleri hedefe ulaşmaktan uzaktır. Ortadoğu'da diplomatik girişimler, İsrail şiddetten vazgeçmediği müddetçe, çatışma alanlarında bir şey ifade etmemektedir. Çünkü Filistin'de İsrail toplarının, tanklarının, füzelerinin sesi diplomasiden daha yüksek çıkmaktadır.

Ariel Şaron Savaşa Hazırlanıyor

Temmuz ayının sonlarına doğru ünlü savunma stratejisi dergilerinden Jane's Defense tarafından ele alınan haber, Şaron'un Filistin topraklarına "barışı" nasıl getirmeyi planladığını bir kez daha gündeme getirdi. Bu habere göre İsrail ordusu 30 bin askerin katılımıyla, F15 ve F16 uçaklarının, yoğun bombardımanın ve ağır silahların kullanılacağı bir savaş planı yapmaktaydı. Savaşın ana hedefi Filistin güçlerini bir daha toparlanabilmeleri mümkün olmayacak şekilde ortadan kaldırmaktı.

Bu planın en dikkat çekici yanı ise ünlü CBS kanalının haberinde de dile getirildiği gibi savaş planın nasıl hayata geçirileceği idi. Bunun için İsrail yönetimi, ideolojisine ve geçmişine uygun bir plan belirlemişti: Yahudilerin yoğun olarak bulundukları bir mekana düzenlenecek intihar saldırısı bu savaşı ateşleyecek unsur olacaktı. Böyle bir plan, İsrail'in Siyonist hedeflerini gerçekleştirmek uğruna gerektiğinde kendi vatandaşlarının hayatlarını bile hiçe saydığını göstermesi açısından oldukça dikkat çekicidir. Bu bilgi CBS tarafından şu şekilde aktarılmaktaydı:
Rapor İsrail'in işgal planının, geçtiğimiz ay Tel Aviv'de bir diskoya düzenlenen bombalı saldırı benzeri, pek çok insanın hayatını kaybedeceği bir intihar saldırısı ile başlayacağını belirtmekteydi.4

Bununla birlikte, Ariel Şaron'un iktidara gelmesinin bölgede gerilimi daha da tırmandıracağı ve İsrail'in barış sürecinden tamamen koparak şiddeti iyice artıracağı beklenen bir şeydi. "Lübnan Kasabı" olarak tanınan birini kendilerine başbakan seçerken, Siyonistler aslında böyle bir savaşın ilk sinyallerini de vermiş oluyorlardı. Ve bu, Filistin tarafından da beklenen bir durumdu. Bu nedenle İsrail'in, Ariel Şaron yönetiminde, topyekün bir savaşa girişmesi ihtimali hiçbir zaman göz ardı edilmemesi gereken bir ihtimaldir.

Böyle bir savaş, Filistin Özerk Yönetimini hedef alan kısmi bir operasyon olabileceği gibi, komşu ülkelerin de dahil olduğu tüm bölgeyi kapsayan bir savaş haline de dönüşebilir. Ancak dünya kamuoyu bu savaşın gerçek yüzünü değil, her zaman olduğu gibi İsrail'in göstermek istediği yüzünü görecektir:

Her zamanki bildik hikaye. İsrailliler sadece barış istiyor. Sözünde durmayan, saldırgan ve bozguncu olanlar Filistinliler, hayatlarını kaybeden vatandaşlarının %95'inden onlar sorumlular ve sadece şiddetten anlıyorlar. Geçtiğimiz akşam İsrailli bir askeri sözcü, "şiddet" dedi, "onların tek anladığı dil.5

1- Daniel Pipes, Mitchell Report Missed It, The Washington Times, 30 Mayıs 2001
2- Aluf Benn, Israel Braces for Mitchell Report, Ha'aretz, 24 Nisan 20013- Yeni Şafak, 25 Mayıs 20014- CBS, 12 Temmuz 20015- The Independent, 13 Ekim 2001


YENİ ŞAFAK, 22.7.01
MİLLİYET, 14.7.01
RADİKAL, 19.5.01
AKŞAM, 30.3.01