17 Mart 2010 Çarşamba

İSRAİL'DE SON DURUM


Bu bölüm hazırlanmaya başlandığında, Aksa İntifadası'nın ilk ayları yaşanmaktaydı. İntifada'nın ilk gününden itibaren İsrail yönetimi, Filistin halkının yaptığı sokak gösterilerine karşı çok sert tedbirler almıştı, ancak aradan geçen süre içerisinde bölgedeki çatışmalar daha da yoğunluk kazandı. İsrail hükümeti, bazı radikal Filistinliler tarafından gerçekleştirilen intihar saldırılarının karşılığında işgal altındaki topraklarda baskısını daha da artırdı. Havadan, denizden ve karadan yürütülen operasyonlar çoğunlukla sivil Filistin halkını hedef aldı. 2002 yılı başından itibaren de Aksa İntifadası'nın belki de en şiddetli günleri yaşanmaya başlandı.

Yetkililer tarafından işgal altındaki topraklarda son yirmi yıldır yaşanan en büyük operasyon olarak nitelendirilen bu harekatta İsrail ordusu yaklaşık 20 bin askerini bölgeye sevketti. Büyük bir kıyımın habercisi olan bu sevkiyatla birlikte İsrail ordusu Filistinlilerin yaşadıkları bölgeleri tek tek ele geçirmeye başladı. Aslında bu durumun ilk sinyalleri aylar öncesinden verilmişti. Önceki bölümlerde 'Ariel Şaron Savaşa Hazırlanıyor' başlığı altında ele aldığımız gibi, yabancı kaynaklar böyle bir işgalin beklentisi içindeydiler. İsrail hükümetinden sızan haberler, İsrail'in büyük bir savaşa hazırlandığını göstermekteydi.

İşgalle birlikte 1982'de Lübnan işgaline benzer manzaralar yaşanmaya başlandı. Ele geçirilen her kampta, her bölgede aynı şeyler yaşanıyordu. Önce uzaktan tank ve silah sesleri duyulmaya başlanıyor, sonra bölgeye elektrik sağlayan jenaratör vurularak kamplar karanlığa gömülüyor ve halkın dış dünya ile bağlantısı kesiliyor daha sonra da tanklara F16'lar eşlik etmeye başlıyordu. Üstelik bu operasyon, çok daha büyük bir kuşatmanın ilk adımıydı.


Yaşananlar tam bir savaşı andırıyordu. Bir yandan İsrail tankları Filistin idaresinde bulunan Gazze, Ramallah, Nablus, Tulkarem gibi şehirlere girip önüne gelen ne varsa yıkıp geçerken, bir yanda F16'lar kamplarda yaşayan halkın üzerine bombalar yağdırıyordu. Filistin Özerk Yönetimi Lideri Yaser Arafat yaşadığı yerden dışarı çıkamaz hale geldi, diğer bir deyişle ev hapsine alınmış oldu. Bir günde 40 kişinin hayatını kaybettiği bu saldırılar sırasında, görme özürlüler için BM tarafından inşa edilmiş olan okul da dahil olmak üzere okullar, ambulanslar, hastaneler de İsrail ordusunun hedefleri arasında yer aldı. Olay yerinde bulunan yabancı gazeteciler saldırılar sonrasında yaralanan halkın hastaneye götürülmesinin mümkün olmadığını, çünkü İsrail tanklarının hastanelerin etrafını kuşatıp ambulans giriş çıkışlarına engel olduklarını bildiriyorlardı. Bunun yanı sıra binlerce kişi gerekçesi gösterilmeden gözaltına alındı, göz altına alınanlardan onlarcası İsrail hapishanelerine yollandı. Pek çok mülteci kampında, kampta yaşayan 14-60 yaş arasında tüm erkekler sorgulanmak üzere götürüldü. Gözleri bantlı ve elleri bağlı olarak iki gün boyunca tutulan kişilerin bir kısmı daha sonra tutuklandı. Örneğin Dheish kampında 600 erkek zorla göz altında alındı ve bunlardan 70 tanesi hiçbir gerekçe gösterilmeden tutuklandı. Sorgu sırasını bekleyen gözlü bantlı sivil halkın basına yansıyan görüntüleri, İsrail ordusunun keyfi uygulamalarının yalnızca bir tanesiydi.




İsrail işgali sırasında daha pek çok acımasız uygulama basına yansıdı. Bunlar arasında İsrail askerlerinin öldürdükleri Filistinlinin üzerine basarak arkadaşlarına poz vermeleri, yol ortasında bir Filistinlinin teslim olmasına rağmen askerler tarafından önce dövülüp sonra öldürülmesi, İsrail tanklarının yol kenarına park etmiş ambulansları ezip geçmeleri, Filistinlilerin roketlerle parçalanması vardı. Üstelik İsrail ordusunun işgal altındaki topraklarda estirdiği terör çoğu zaman olduğu gibi yine çocukları hedef almaktaydı. İsrail'in çocuklara yönelik bu politikası, haklı olarak, yalnızca Filistinliler tarafından değil İsrail vatandaşları da dahil olmak üzere tüm dünya tarafından tepkiyle karşılandı. İsrail'in işgal altındaki topraklarda yaptıklarını eleştiren ünlü İsraillilerden Gideon Levy de bu politikayı kesin bir dille eleştiriyor ve kamuoyuna şu soruları yöneltiyordu:



İsrail askerlerinin, öldürdükleri Filistinlinin üzerine basarak poz vermeleri tüm dünyada büyük tepki topladı.


Bu çocukların başlarına ateş etmeleri için askerlere herhangi bir emir verilmiş midir, yoksa askerler kendi insiyatifleri ile mi böyle davranmaktadır? Bu bir şeyi değiştirir mi? Bu olaylar sadece sıra dışı birkaç uygulamadan mı ibarettir? Yoksa "taş atan kimse, çocuk ya da yetişkin farketmez, vurulur" şeklinde prensip haline gelmiş bir uygulama mıdır? Ve bu da savaş suçu olarak saymamız gereken eylemlerden biri midir? İsrail ordusunda, kendi askerlerinin bu şekilde davranmasını umursayan bir kişi bile yok mudur?




İsrail askerleri önce bir Filistinliyi yoldan
çeviriyorlar, üzerinde silah olmadığı anlaşılan 
Filistinli yere yatırılıp kelepçeleniyor ve
daha sonra acımasız bir yargısız
infaz gerçekleştiriliyor. 
Filistinli kişi sokak ortasında, teslim
olduğu halde, İsrail askerleri tarafından öldürülüyor.


İsrail, Filistin topraklarına yönelik başlattığı
son operasyonda bölgeye 20 bin askerini sevketti. 
Filistin şehirlerini kuşatan tanklar karşılarına
çıkan herşeyi ezip geçtiler.
Ramallah'da yaşayan Amerikalı insan hakları savunucusu Adam Shapiro ise işgal topraklarında görev yapan İsrail askerleri ile ilgili düşüncelerini şöyle aktarıyordu:

İşgal, insanlık dışı eylemler üzerine bina edilmiş. İsrail askerleri bu sayede Filistinlilere böyle muamele edebiliyorlar- onların insan olmadığını düşünmeleri yönünde eğitim alıyorlar. İsrail askerlerinin hepsinin kötü olduğuna inanmıyorum, ama göreve gelirken insani yönlerini evde bıraktıklarını düşünüyorum... İsrail bu bölgedeki çatışmaların ana kaynağının bu işgal olduğunu anladığı ve işgal ettiği topraklardan geri çekilip Filistinlilerin özgürce yaşamalarına izin vermeye başladığında, dünyamızı açıklamak ve anlamak için kullandığımız sözcükler yeniden anlam kazanmaya başlayacak. O zamana kadar, 'insan' sözcüğü uygulaması olmayan bir sözcük olarak kalmaya devam edecek.


AKŞAM, 22.1.02

STAR, 28.2.02

SABAH, 5.12.01

SABAH, 5.12.01

HÜRRİYET, 13.3.02

YENİ ŞAFAK, 29.3.02

TÜRKİYE, 5.3.02
İsrail son operasyon ile Filistin topraklarının
 neredeyse tamamını yeniden işgal etti. 
Büyük katliamların yaşandığı bu işgal sırasında 
10 gün gibi kısa bir süre içerisinde yüzlerce 
masum insan hayatını kaybetti.


İsrail'in uyguladığı bu şiddet politikası daha çok şiddeti doğurdu. Filistinli radikal bazı gruplar, İsraillli sivilleri hedef alan intihar saldırılarına hız verdiler. Buna karşılık Ariel Şaron ve İsrail hükümeti itidalli bir politika izlemek yerine şiddeti ve baskıyı artırmak gerektiği görüşündeydiler. Ariel Şaron yaptığı açıklamada, şöyle diyordu: "Kayıplarını artırmalıyız ki bu yolla bir şey kazanamayacaklarını anlasınlar... Onları vurmalıyız, bir daha bir daha vurmalıyız, bunu iyice anladıklarına kanaatimiz gelene kadar." Gazeteciler kendisine, "Peki neden siyasi yollarla bu sorunu çözmeye çalışmıyorsunuz?" diye sorduklarında da Şaron'un cevabı, "Siyasete vakit olmadığı, sorunun sadece askeri yollarla çözüleceği" oldu. Likud Partisi üyesi Meir Sheetrit ise Parlamentoda yaptığı konuşmasında, İsrail ordusunun Filistin topraklarında uyguladığı şiddeti desteklediğini söylüyor ve "Filistinlilerin 'barış istiyoruz diye can havliyle bağırıncaya kadar' vurulması gerektiğini" savunuyordu.113 Oysa bu yöntem her şeyi kısır bir döngü içine itmekten başka bir işe yaramadı. Daha önce de belirttiğimiz gibi yaşananlar, şiddetin sorunları hiçbir şekilde çözemeyeceğini bir kez daha kanıtladı.


CUMHURİYET, 11.3.02
ORTADOĞU, 5.3.02
RADİKAL, 21.2.02


İsrail ordusunun bu operasyonu sırasında, BM'in açıkladığı rakamlara göre, on gün içinde toplam 1620 ev, okullarında dahil olduğu 14 kamu binası ağır hasar gördü. Cenin'de 14 bin Filistinlinin barındığı 2.500 evden 550'si hasar gördü, bunlardan üçü tamamen yıkıldı, altısı kısmi hasar gördü ve 541'de belli derecelerde hasar gördü. Balata'da 20 bin insanın yaşadığı 3.700 evden 670'i zarar gördü, bunlardan 10'u tamamen yıkıldı, 14'ü ağır 646'sı da kısmi hasar gördü. Nur Al Şams'da 8.000 Filistinlinin yaşadığı 1.500 evden 100'ü hasar görürken, üçü tamamen yıkıldı. Tulkarem'de 16 bin kişinin yaşadığı 2.900 evden 300'ü hasar gördü, 9 tanesi tamamen yıkılırken 30'u ağır hasar gördü. Maddi kayıp ise 3.5 milyon dolara yakındı. (Operasyon halen devam ettiği için bu rakamlar değişiklik göstermektedir)..



İşgalin 10. gününde İsrail ordusu tarafından yapılan açıklamada 200 Filistinlinin hayatını kaybettiği bildirilmiştir. The Independent gazetesi konuyla ilgili haberinde sadece bir kampta 48 saat içinde 30 kişinin hayatını kaybettiğini, İsrail ordusunun helikopterlerinin kampı yaylım ateşine tuttuğunu bildirmektedir.
(üstte) İngiliz The Observer gazetesinin Filistin muhabiri Peter Beaumont, İsrail işgali sonrasında Ramallah'tan gönderdiği yazısında "Ölü bedenler gördüm, başlarından tek kurşunla vurulmuşlardı" demekteydi. İsrail askerleri tarafından öldürülen Filistinlilerin ortak noktası, yakın mesafeden başlarına yedikleri kurşundu ve The Observer muhabiri de buna dikkat çekmekteydi.
Amerika'da yayınlanan The Palestine Chronicle gazetesinde yer alan "Ramallah'ta Kıyım, İsrail Tarzı Demokrasi Harika Değil mi?" başlıklı yazısında Jennifer Loewenstein, Ramallah'ta yaşanan vahşete yer vermektedir. Haberde, cesetlerin bazılarının üzerinde 16 kurşun deliği olduğu, çoğunun yüzüstü yere yatar pozisyonda bulunduğu ve yanlarında silahlarının olmadığı anlatılmaktadır. Üstelik İsrail askerleri çocukları hedef almaya da devam etmektedir. Rafah sınırında 10 yaşında bir çocuk oyun oynarken, sadece "sınıra yakın bir mesafede oynuyordu" gerekçesi ile vurularak öldürülmüştür.


Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği'nin İsrail'i sert bir dille eleştirdikleri bu dönem, Amerika'nın geç de olsa bölgeye elçisini göndererek olaylara müdahale etmesi ile çatışmalara ara verilmesi için gerekli olan ilk adımın atılması ile son buldu. İsrail tankları, arkalarında harap edilmiş bir bölge bırakarak Filistin topraklarından çekilmeye başladı ve iki taraf arasında güvenlik görüşmelerine geçildi.




Ünlü İsrail gazetesi Ha'aretz, İsrail hükümetinin izlediği şiddet politikasını, 
"Daha Çok Şiddet, Daha Çok Direniş" haberi ile eleştirdi. 






İsrail operasyonu The Washington 


Post gazetesine ise "Ortadoğuda Tansiyon Yükseliyor" başlığı ile yansıdı.

Ortadoğu'da yaşananların artık bir çatışmadan çok savaşa döndüğünü ele alanlardan 
birisi de The Economist dergisi oldu. "İntifada'dan Savaşa" başlıklı haberde 
İsrail operasyonu konu edilmekteydi.


Bu kısa süreli çekilme zarfında barışın sağlanabilmesi için yapılan önemli girişimlerden birisi Suudi Prensi Abdullah'ın New York Times gazetesinde yayınlanarak gündeme gelen barış planı olmuştur. Buna göre Prens Abdullah, İsrail'in (daha önceki BM kararlarının da öngördüğü gibi) 1967 öncesindeki sınırlara çekilmesi karşılığında, Arap ülkelerinin İsraille ilişkilerini normalleştirebileceklerini söyledi. Bu teklif Filistinlilerin çoğunluğu tarafından da olumlu karşılandı. Ne var ki gerek İsrail gerekse Filistin tarafında yer alan bazı radikal unsurlar, bu barış planının hayata geçirilmesini sabote ettiler.



Suudi Arabistan Prensi Abdullah
Dolayısıyla da İsrail tanklarının geri çekilmesi, İsrail ordusu için adeta bir zaman kazanma süreci oldu. Bir iki gün içinde yeni ve daha kapsamlı bir işgal başladı, bu sefer hedef yine Batı Şeria ve özellikle de Yaser Arafat'ın karargahının bulunduğu Ramallah'tı. Arafat'ın karargahını kuşatma altına alan, Filistin liderini neredeyse tek bir odaya zapteden bu operasyon masum Filistin halkına da büyük zarar verdi. Üstelik İsrail ordusu sadece Ramallah'ı işgal etmekle kalmadı, Batı Şeria bölgesindeki diğer Filistin şehirleri de teker teker İsrail tarafından ele geçirildi. İşgal edilen şehirlerin elektrikleri kesildi, elektrik kesintisi bir süre sonra su kesintilerine neden oldu. Sokağa çıkma yasağının olduğu bu bölgelerde, yiyecek stokları tükenen insanlar açlık tehlikesi ile karşı karşıya kaldılar. Hastaların, çocukların ve yaşlıların son derece zor koşullarda yaşamlarına devam etmeye çalıştıkları bu ortamda, yaşları 14-50 arasında olan neredeyse tüm erkekler de İsrail askerleri tarafından tutsak alındı. İsrail askerlerinin girdiği Filistin güvenlik güçlerine ait binalardaki görevliler ise teslim olmalarına rağmen başlarından vurularak öldürüldüler. Filistin halkının dünya ile bağlantısını kesebilmek için işgalden bir iki gün sonra bu bölgeler "kapalı bölge" ilan edildi. İsrail'in amacı yapılan zulmün dünya tarafından duyulmasına engel olabilmekti.


HÜRRİYET, 30.3.02

CUMHURİYET, 30.3.02


Buna rağmen dünya televizyonlarına Filistin'de hakim olan dehşetle ilgili pek çok görüntü yansıdı. Başlarından tek kurşunla vurulmuş olan Filistinliler, elleri ve gözleri bağlanmış ve meçhule götürülen esirler, mum ışığında dünyaya seslenen bir devlet başkanı, ıssız ve karanlık Filistin sokakları, İsrail askerlerinin baskınına uğrayan hastaneler, İsrail tankları tarafından vurulan rahipler ve rahibeler ve masum Filistin halkına "canlı siper" olmak için bu topraklardan çıkmayı reddeden sivil toplum örgütü üyelerini gösteren anlar tarihe geçecek görüntüler arasındaydı. Bölgede mahsur kalan gazetecilerin dünyaya aktardığı bilgiler Ramallah'da ve işgal edilen diğer şehirlerde bir katliam yaşandığını göstermekteydi. İlk önce, Ramallah'da hastanelerin morgları dolduğundan, bir kişilik bölmeye iki ceset konulmaya başlandı. Daha sonra ise bölgeden, katledilenler için toplu mezarlar yapıldığı haberi geldi. Tulkarem, Beytüllahim, Kalkilya gibi yerler de tam anlamıyla kan gölüne döndü. Hz. İsa'nın doğduğu topraklar olarak kabul edilen Beytülllahim'de pek çok Filistinli tek çareyi kiliselere sığınmakta buldu. Ne var ki İsrail ordusu için bu da bir engel değildi, çünkü bölgeden gelen haberler kiliselere de ateş açıldığını hatta Hıristiyan din adamlarının öldürüldüğünü bildirmekteydi.

İsrail kıyımından korkan Filistinli erkekler 
 için tek kurtuluş yolu -genelde
hiçbir suçları olmadığı halde- 
teslim olmaktır. Ancak teslim olmaları bile 
çoğu zaman yaşamlarını kurtarmak 
için yeterli olmaz. Yukarıdaki resimde
 teslim olmalarına rağmen başlarından 
vurularak öldürülen Filistinliler görülmektedir.


İnsanlık dışı bu işgalin acımasızlığının bir diğer göstergesi de bölgede faaliyet göstermek isteyen sivil toplum örgütü üyelerine ve gazetecilere yönelik tutumdu. İsrail yönetimi bölgede görev yapan gazetecileri zorla buradan çıkardı, bir kısmı bölgede rehin kaldı, kalanlar arasında İsrail kurşunları ile hayatını kaybedenler oldu. Sivil toplum örgütü üyeleri ise daha sıkı bir takip altına alındı. Bazıları, İsrail kanunlarını çiğnedikleri gerekçesi ile tutuklanırken, bazıları da göz yaşartıcı bombalarla etkisiz hale getirilmeye çalışıldı. İnsani yardım örgütlerinin ise faaliyetlerine hiçbir şekilde izin verilmedi. Bölgeye yiyecek ve ilaç götüren BM yetkililerine izin verilmemesi ve üzerlerine göz yaşartıcı bomba atılması bunun örneklerinden sadece birisiydi.


RADİKAL, 2.4.02

RADİKAL, 2.4.02


Şu anda Ortadoğu'da katliam ve şiddet tüm hızıyla devam ediyor. Daha fazla can kaybı olmaması, akan kanın bir an önce durması, her iki taraf için de aydınlık ve barış dolu bir gelecek sağlanabilmesi için İsrail'in bir an önce bu işgale son vermesi ve karşılıklı görüşmelere başlanması gerekir. Ancak daha önce de belirttiğimiz gibi, bölgede düşmanlıkların sona ermesi, barışın tesis edilmesi, huzur ve güvenliğin hakim olması ancak köklü zihniyet değişiklikleri ile mümkün olacaktır. Bu da tarafların ılımlı, hoşgörülü ve uzlaşmacı bir yaklaşımı benimsemeleriyle, diğer bir deyişle Allah'ın emrettiği ahlakı yaşamaları ile sağlanacaktır.