18 Mart 2010 Perşembe

Oslo Ne Kadar Adildi?


Başta da belirttiğimiz gibi, 1993'de imzalanan Oslo Anlaşması Batı medyası ve Ortadoğu'da barışı isteyen bazı gruplar tarafından büyük bir coşku ile karşılandı. Ne var ki aradan geçen yıllar bu coşkuyu haklı çıkarmadı. Öte yandan pek çok konuda olduğu gibi barış konusunda da Batı medyası İsrail yanlısı bir politika izledi. Hatta Filistin haklı istekleri nedeniyle barış yanlısı olmamakla suçlanıyordu. İsrail'in Filistin'e bir "devlet olma" şansı tanımasına rağmen, Filistinlilerin ellerinin tersiyle bu fırsatı geri çevirdikleri yorumları yapılıyordu.


Oysa gerçekler Batı medyasının yansıttığı gibi değildi. İsrail, Filistin'e hakkı olanları vermiyor, önünde engel teşkil etmemesi için sus payı öneriyordu.


Herşeyden önce İsrail'in Filistin'e vermeyi kabul ettiği topraklar, gerçek Filistin topraklarının %2'sini bile geçmiyordu. Üstelik Filistin'e verilen topraklar da, sadece Yahudilerin kullanımına açık otoyollarla birbirinden ayrılıyor ve İsrail askerleri ile çevreleniyordu. Ayrıca unutulmaması gereken bir diğer detay da, İsrail'in Filistin'e bırakmayı kabul ettiği toprakların verimsiz çöl toprakları olmasıydı. Öte yandan "bağımsız Filistin Devleti"nin sınırları, hava sahası ve yer altı su kaynakları İsrail'in denetimine bırakılıyordu.


Filistin topraklarını A, B ve C bölgeleri olmak üzere üç ana parçaya bölen İsrail, bazı çevrelere göre bu girişimi ile büyük bir özveride bulunmaktadır. Ancak buna göre örneğin Kudüs'te bir cadde Filistin polisinin denetimine bırakılırken, hemen yanı başındaki cadde İsrail askerlerinin denetiminde olacaktır. Bu arada İsrail elbette bugün Batı Şeria ve Gazze'de yaptığı gibi istediği anda, diğer caddeye geçiş yapabilecek, askerleri ile Filistin'e bırakılan topraklara girebilecektir. Elbette bu durumda bir Filistin Devleti'nden söz etmek mümkün değildi.


İsrail'in Kudüs'ün bir kısmını Filistinlilerin denetimine bırakma önerisi ise büyük bir aldatmacadan başka bir şey değildi. Diğer pek çok konuda olduğu gibi Kudüs'ün denetimi konusunda da İsrail, Filistinlileri kendi menfaatleri doğrultusunda kullanmak arzusundadır. Robert Fisk de bir yazısında bu gerçeğe değinmiştir:


Ve Filistin Yönetimi de, Kudüs'ün kontrol hakkının ne anlama geldiğini çok iyi bilmektedir. Arafat'ın adamları çöpleri toplayıp, trafik sorunu ile mücadele edip, kendi insanlarını denetim altında tutmaya çalışırken, İsrailliler Kudüs üzerindeki tüm yönetim haklarına sahip olacaklar.


Bunun yanı sıra, 1948'de İsrail terörü nedeniyle topraklarını bırakıp gitmek zorunda kalan mültecilere ise Oslo ile geri dönüş hakkı tanınmamaktadır. Oysa mülteciler evlerine dönmeden Filistin sorununun çözülmesi mümkün değildir.
Sonuçta, 1990'larda başlayan ve 2000 yılında sahteliği ortaya çıkan "barışsever İsrail" görüntüsünün gerçekleri yansıtmadığı açıkça ortadadır. İsrail, Kudüs'ü ve diğer tüm Filistin topraklarını kendi malı olarak gördüğü, Filistinli Müslümanları "iki ayaklı hayvanlar" olarak algıladığı ve dünyaya Sosyal Darwinist ırkçılıkla baktığı sürece de hiçbir zaman Ortadoğu'ya barış getiremeyecektir.