18 Mart 2010 Perşembe

"Savaş İçin Barış" Teorisi


Daha güçlü bir hamle yapmak için geri çekilmek, siyaset sanatının ince yöntemlerinden birisidir. İsrail gerektiğinde söz konusu bu 'stratejik geri çekilme'ye başvurmasını biliyordu. Bunun bir örneği, 1979'da İsrail ile Mısır arasında imzalanan Camp David Barışı'ndan üç yıl sonra yaşanmıştı. İsrail birliklerinin, Camp David'i imzalamış olan Menahem Begin'in emriyle 1982 yazında Lübnan'ı işgal etmesi sonucunda, Ortadoğu'da barış süreci masalına inananlar büyük bir şok yaşamışlardı. Sabra ve Şatilla'da gerçekleştirilen katliamlar ise İsrail'in barış sürecinden ne anladığını bir kez daha gözler önüne sermişti. Sonuçta ortaya şu çıktı: İsrail, Camp David'i Ortadoğu'da barış istediği için imzalamamıştı. Camp David'le hedeflenen tek şey, Mısır engelinin İsrail'in önünden kaldırılmasıydı. Böylece İsrail daha önemli gördüğü hedefler üzerine konsantre olabilirdi.


Mısır Başbakanı Enver Sedat (solda) ve İsrail Başbakanı Menahem Begin (sağda) arasında yapılan Camp David anlaşmasının hemen ardından Lübnan işgali gerçekleşti.

İşte 1992'de başlatılan FKÖ ile barış süreci de bir nevi 'stratejik geri adım'dı. Bu aslında post-modern bir savaş taktiğinin kamufle edilmesinden başka bir şey değildi. Bu durum Ortadoğu'daki süreci yakından takip eden aydınların ve uzmanların gözünden de kaçmamıştı. Bunlardan biri olan Edward Said barış sürecinin başladığı günlerde FKÖ yönetimini uyarmış ve onlara "Talmudist bir milletle" karşı karşıya olduklarını unuttuklarını söylemişti. (Talmudist: Yahudi kutsal kaynağı Talmud'a sıkı sıkıya bağlı). Edward Said'e göre İsrailliler barış sürecinde her satırın, her virgülün ardında bir tuzak hazırlıyor olabilirlerdi.



Ünlü Ortadoğu uzmanı Edward Said'in International Socialist Review'de yayınlanan röportajı "Benim Sessiz Kalmamı İstiyorlar" başlığını taşıyor



İsrail'de liderler ve hükümetler sık sık değişti. Ama Filistin halkına yönelik işgaller, saldırılar ve bombalamalar kesintisiz bir şekilde devam etti. (Soldan sağa) Şimon Perez, Moshe Dayan, Ehud Barak, Benjamin Netanyahu ve Ariel Şaron.


Filistinlilere Batı Şeria ve Gazze'nin verilmesini içeren bu ilk barış teklifiyle İsrail Devleti Filistin direnişini sona erdirmeyi planlamıştı ve bu plan gerçekten bir tuzaktı. Nitekim Oslo görüşmeleri sonucunda FKÖ'nün denetimine bırakılan bu bölge toplam Filistin topraklarının %2'sini bile bulmuyordu. Bunun ötesinde İslami hareketin önemli bir güce sahip olduğu Gazze Şeridi'nin FKÖ'nün denetimine bırakılmasıyla, bu direniş örgütleri İsrail için sorun olmaktan çıkıyordu. Bu anlaşmadan sonra bu bölgedeki direniş örgütleri ile FKÖ emniyet güçleri doğrudan muhatap olacaktı. Dolayısıyla bu pazarlık İsrail'e bir şey kaybettirmiyor, bilakis çok karlı bir ticaret oluyordu. Üstelik Oslo'yu takip eden anlaşmalarla özellikle Kudüs'ün Yahudileştirilmesi çalışmalarına da kolaylık sağlanıyordu.

Zaten Oslo Antlaşması'nın hemen ardından Yahudilerin şehrin çevresinde yeni yerleşim merkezleri inşasına başlamaları da bir tesadüf değildi. Bu gelişmeler her adımı önceden düşünülmüş, ustaca kurgulanmış bir stratejinin işleyişiydi.